23 Ekim 2013 Çarşamba

Arsenal-Borussia Dortmund: 1-2

Şampiyonlar Ligi'nin 3. haftasına girilirken kendini futbol sever olarak gören herkesin sonucunu merak ettiği maçların başında geliyordu Arsenal-Borussia Dortmund mücadelesi. Sahaya çıkan ilk 11'ler şu şekilde. (Mesut ile Rosicky ters kanatlarda olacaktı.)

       

İki takımın da sezonun kötü oyunlarından birini sergilediği bir maça şahit olduk. Mkhitaryan ve Giroud'nun karşılıklı golleri ile bitecek diye beklediğimiz mücadelede, son dakikalarda sahneye çıkan Polonyalı Lewandowski 3 puanı takımına kazandırdı. 1-2.

Bu maçın Arsenal'in arka arkaya aldığı galibiyetler yüzünden görünmeyen eksiklerini öne çıkardğını düşünüyorum. Savunmadan başlamak gerekirse bütün takım olarak alan savunmasında eksikler var, alan paylaşımında oyuncular arasındaki kopukluk ve bol pas hatası rakibe gol pozisyonlarına neden oluyor, Mkhitaryan' attığı gol Ramsey'in savunmadan çıkarken kaybettiği top sebebiyle geldi. İngiliz sol bek Kieron Gibbs bu takımın oyuncusu değil bence, hücuma katkısı sıfır denecek düzeyde, hiçbir atakta yaptığı bindirme yok. Savunmanın önünde oynayan İspanyol Arteta ise idare eder vaziyette, göze batmamak için elinden geleni yapıyor. En büyük hayal kırıklığı ise wonderkid olmaktan birer yıldıza dönüşmeleri beklenen, Ramsey ve Wilshere idi. Özellikle Wilshere neredeyse bütün pasları rakibe verdi, zaten Arsene Wenger 58 dakika dayanabildi o kadarını dahi beklemiyordum. Mesut Özil ise kendi adına sezonun en sönük oyununu sergiledi, neredeyse sahada hiç yoktu.

Arsenal bu kadar kötü takım mı? Sorusunun cevabı, değil tabi. Sadece bir maç kaybettiler ve sevinmeleri gereken durumlar da var. 33 yaşındaki Rosicky'nin isteği ve arzusu, sakatlığı atlatan Sagna'nın yükselen performansı ve sezonun en verimli golcüsü Giroud Londra temsilcisinin umut vaat eden oyuncuları. Santi Cazorla'nın sakatlığı tamamen atlatıp ilk 11'e gelmesi ile Arsenal hücumda Mesut'a olan bağımlılığını daha da azaltacaktır, eğer bu durumu atlatamazlarsa bu gece olduğu gibi Alman futbolcunun form düşüklüğünde hücum atraksiyonları sıfıra yaklaşacaktır. Bir de Arsene Wenger muhakkak yedek kulübesine takviye yapmalı, oradan gelip oyunu değiştirebilecek futbolculara ihtiyaç var.

Deplasman ekibi Borussia Dortmund'a gelecek olursak, öncelikle taraftarından bahsetmek lazım, bütün maç boyunca muazzam bir katkı yaptılar ve takımlarını yalnız bırakmadılar saygı duyulması gereken bir taraftar grubuna sahip sarı siyahlılar.

Maçın 4. ve 15. dakikası arasında topa neredeyse tamamen hükmeden Borussia yaptığı baskı sonucunda kaptığı top ile golü buldu. Bundan sonra ise 2. gole kadar, ikinci devrenin başlamasıyla birlikte hiç pas yapamayan, karşı kaleye doğru dürüst atak gerçekleştiremeyen takım, o öldürücü ve dillere destan olmaya aday kontra ataklarından birini gerçekleştirerek, Avrupa kıtasının en öldürücü golcülerinden biri olan Lewandowski'nin ayağından bulduğu gol ile maçı kazandı.


Geçtiğimiz 2 sezonda hayranlıkla izlediğimiz Dortmund takımını izleyemiyoruz bu sezon maalesef, Mario Götze'nin ayrılması sete set oyunda yaratıcılık problemi büyük bir eksik golü atsa da Ermeni oyuncu Mkhitaryan henüz takıma tam anlamıyla monte edilememiş, İlkay'da olmayınca oyun iyice tıkanıyor ve top rakibe geçtiği anda oyuncular tamamen yaslanmaya ve kontra atak ile gol bulmaya çalışıyorlar. Bugün ve Marseille maçlarında bu taktik işe yaradı ancak ileriki dönemlerde Jürgen Klopp buna çare bulmalıdır.

Hepimizin bir hevesle beklediği bizleri futbol seyri açısından pek doyurmasa da, iki takım teknik direktörleri açısından, eksiklerini görmelerine ve ileri ki maçlara ufak değişikler yapmalarına yetecek argüman toplamalarına yardımcı oldu.



7 Ekim 2013 Pazartesi

Gençlerin Çöküşü

Spor Toto Süper Lig'de 7 hafta geride kalırken ligin dibine demir atmış ve umutsuz bir vaka görüntüsünde Ankara ekibi. Buraya bir anda gelmedi Gençlerbirliği, önce geçen sezon hiç de fena futbol oynamayan takımın antrenörü Fuat Çapa ile takımın duayen(!) başkanı İlhan Cavcav arasında anlamsız sorunlar baş gösterdi. Takımın başında henüz Çapa varken Bülent Uygun ile yapılan transfer görüşmeleri basına sızdı, taraftarın Uygun'a olan tutumu nedeniyle bu transferden vazgeçildi. Ancak Fuat Çapa gitmeyi kafasına koymuştu ve sezon sonunda yollar ayrıldı. Fuat Çapa Kayseri Erciyesspor ile anlaştı.


Fuat Çapa tek başına gitmemişti Ankara'dan, geçtiğimiz sezonun ortasında kiralanan ve attığı gollerle kalitesini belli eden, kısa sürede taraftarın gönlünde taht kuran Björn Vlemincx'de Fuat Çapa ile gitti bundan yönetimin bu transferin üzerinde durmamasının da payı büyük, orta sahanın iki önemli oyuncusu Randall Azofeifa ve Cem Can'da Kayseri'ye doğru yola çıkmışlardı. Defansın merkezinde büyük bir çıkış yapıp takımın liderliğine soyunan Aykut Demir'i Trabzon'a gönderen yönetim, Hurşut Meriç, Kerim Zengin, Debatik Curri gibi takımın geniş kadrosunda yer alan bir çok isimle yollarını ayırdı. Bu hamlelerden sonra Gençlerbirliği taraftarları arasındaki konuşmalara bizzat şahit olduğumdan biliyorum, kombine biletler satışa çıktığında bir süre takımın defansından forvetine kadar en önemli oyuncularını gönderen yönetimi protesto etme ihtimali ortaya çıktıysa da daha sonra tekrar biletleri alma yoluna gitti Alkaralar grubu başta olmak üzere.

Gidenler olduğu gibi gelenler de oldu elbette, camianın kendi çocuğu olarak adlandırdığı Metin Diyadin teknik direktörlüğe getirildi, Aykut'tan boşalan stoper bölgesine 32(!) yaşındaki Sedat Bayrak takviyesi yapıldı, burada elbette genç Milli takımda oynayan potansiyelli oyunculara da görev veriliyor ama yeterlilik oldukça tartışılır. Ordu'dan Bogdan Stancu ve Nizamettin, Mersin'den Gosso ve Serkan, Paderborn'dan Deniz Naki, Partizan'dan Smiljianic ve Pescara'dan beklenen çıkışı bir türlü gerçekleştiremeyen Mervan Çelik transfer edildi.


Hazırlık dönemindeki maçlar tam olarak bilgi vermiyordu takım hakkında, çok istikrarsız sonuçlar alıyordu Gençler, adı sanı duyulmayan Romanya Ligi takımına kaybedip, İspanyol temsilcisi Malaga'yı devirebiliyordu. Herkesin beklediği ve korkulan son ligin başlamasıyla ortaya çıktı. İlk 7 haftada sadece 4 puan toplayabildi kırmızı-siyahlılar. En büyük sorun gol yollarında yaşanıyor, deplasmanda zaten gol atamıyor takım, ancak şansızlıktan dolayı değil, pozisyon üretkenliği neredeyse sıfır. Mervan, Nizamettin, Jimmy, Oktay gibi lig standartlarında yaratıcı sayılabilecek oyunculara da sahip takımın oynadığı oyun hiçbir şeye benzemiyor ve oyuncular dağınık, savruk bir görüntü içerisindeler.

Kapkara bir tablo ortaya koyup taraftarları umutsuzluğa sürüklemek doğru değil, elbette çözüm için bir kaç yol var, ancak Başkan İlhan Cavcav'ın muhtemel hamlesi alınacak ilk kötü sonuçtan sonra bugüne kadar hep yaptığı gibi antrenörle yani Metin Diyadin'le yolları ayırmak olacaktır. Cavcav'ın bu takıma büyük katkıları olmuştur, çok iyi bir model oluşturmuştur, ancak her transfer döneminde eldeki bütün iyi oyuncuları çıkarıp bonservis bedeli ödemeyeceği oyuncuları getirip takıma doldurarak her sezon kumar oynuyor, umalım Ankara'nın bu köklü takımı şu an bulunduğu yerden kurtulsun ve gelecek sezondan itibaren doğru bir yönetim yapılanması ile yeni baştan bir yol haritası çizsin. Başkentin güçlü bir temsilciye ihtiyacı var.

6 Ekim 2013 Pazar

Savaşçı Bir Takım: Atletico Madrid

 Bu sezon yaptığı çıkış ile dikkatleri üzerine çeken Atletico Madrid'in gelişiminin haritası..


Atletico Madrid sezonun başlamasından itibaren  oynadığı 12 resmi maçta  hiç yenilgi yüzü görmedi(10 galibiyet, 2 beraberlik). 2 İspanya Süper Kupa maçında Barcelona ile 1-1 ve 0-0 berabere kaldı, deplasman golü nedeniyle kupayı kaybetti. Ligde 99-00 sezonundan  beri deplasmanda yenemediği ezeli rakibi Real Madrid'i Santiago Barnebeu'da mağlup etmeyi başardı. Şampiyonlar Ligi'nde ise kendi sahasında Zenit'i deplasmanda ise Porto'yu devirerek grupta liderliğe yükseldi. Atletico'nun bu gelişiminde oyunu toplu olarak oynayabilmeleri ve savaşçı ruhları yatıyor. Teknik direktör Simeone'nin hırslı ve kaybetmekten hoşlanmayan karakteri takıma da sirayet etmiş durumda, bütün ikili mücadelelerde ayakta kalmaya çalışan, bizim spor medyamızın çok sevdiği dille tekmeye kafa atan futbolculardan oluşan bir takım görüntüsündeler.

Peki hücumda neyi başardı da takımın en önemli yıldızı Radamel Falcao'yu Monaco'ya göndermesine rağmen bu takım gol yollarında zorlanmıyor. Aksine hücumda varyasyonlar geçtiğimiz senenin üstüne çıkmış görünüyor. Atletico'nun ceza ve sakatlıklar dışında maç başlamadan tahtaya yazılan ilk onbiri ve dizilişi şu şekilde;





Standart 4-4-2 ile sahaya çıkmayı tercih ediyor genellikle Diego Simeone Diego Costa'yı ileri uçta oynatıp David Villa'yı daha çok 2. forvet ya da yardımcı forvet pozisyonlarda değerlendiriyor. Orta sahada Suarez daha defansif görevlere sahipken, Gabi takım organizasyonunda merkezdeki yönlendirici olarak rol alıyor. Galatasaray'daki Melo-Selçuk ikilisine benzetebiliriz. Arda ve Koke standart kanat oyuncuları pozisyonlarında, savunma ise günümüz futbolunda tam istenen özelliklere sahip bek ve stoperlerden oluşuyor. Kaleci Thibout Courtois genç yaşına rağmen 3. yılını geçirdiği takımda edindiği tecrübe ve yaptığı kritik kurtarışlarla göze çarpıyor








Atletico Madrid'in sahaya çıkarken ki sistemi yukarıdaki grafikte gözüktüğü gibi, asıl özelliklerin ortaya çıktığı hücumda ise bir anda çoğalmalarına  ve Falcao'nun yokluğunun aranmamasına sebep olan sistem ise şe şu şekilde;



Takım hücuma çıktığında David Villa, Diego Costa'ya daha fazla yaklaşıyor, Arda ve Koke ise içe kat eden oyuncu pozisyonlarına geçip uygun durumda gol kovalıyorlar ancak asıl görevleri Costa ve Villa'ya pozisyonlar hazırlamak oluyor, Gabi takımın merkezindeki göreve devam edip duran toplar ile bir diğer silahın başına geçiyor. şu ana kadar yazdıklarım zaten çoğu takım hücuma çıktığında olan durumlar fakat esas büyük katkı Filipe Luis ve Juanfran'dan geliyor. Takım hücumdayken orta saha kanat oyuncusu özelliğine bürünen bu iki yıldız, bir zamanlar Brezilya Milli Takımında Roberto Carlos ve Cafu'nun yaptıklarının benzerini kendi takımlarında sergiliyorlar. Ceza sahasına ani girişleri ile de gol girişimi yaratıyorlar. Filipe Luis'in bugün Celta Vigo maçında yaptırdığı penaltı gibi. Godin, Miranda ve Suarez ise uzun boyları ile Gabi'nin kullandığı duran toplarda ileri çıkarak gol buluyorlar. Porto maçında Godin'in attığı gol gibi.




Atletico Madrid'in bu sezon geldiği seviyenin bir başka faktörü, Diego Costa ve Arda Turan'ın şu ana kadar gösterdikleri yüksek performans. Atletico formasıyla bu sezon çıktığı 11 maçta 12 gol atmayı başaran Diego Costa, Falcao'nun bıraktığı yerden şimdilik devam ediyor. Takımın kaptanı ve oyunun kuran oyuncu görünümünde Gabi var ancak bu takımın asıl lideri ve oyundaki kilit öneme sahip oyuncunun Arda Turan olduğu yadsınamaz bir gerçek, attığı ve attırdığı goller ile değil sadece, savunmada takımı için gösterdiği çaba, takıma verdiği güç ile Atletico Madrid için vazgeçilmez durumda, kulüpte ona olan güvenini kontratını 2017'ye kadar uzatarak gösterdi. Kenardan gelebilecek çok sayıda silahı da bulunuyor Atletico'nun Rodriguez, Baptistao, Tiago, Insua, Alderweireld, Raul Garcia, Guilavogui  sadece birkaçı..

Diego Simeone bu takımın başına geldiği zaman ne oynadığı belli olmayan, savruk bir takım görüntüsündeydi Madrid temsilcisi, şu an ise Avrupa'nın iyi futbol oynayan birkaç takımından biri olarak lanse ediliyor. Elbette eksikleri var bu takımın, ancak 25 yaş ortalamasına sahip bir ekibin gelişme göstereceğini söylemek kahinlik olmaz.





5 Ekim 2013 Cumartesi

Kim Bu Çocuk? Adnan Januzaj

Sezona hiç iyi başlamayan Manchester United, Premier Ligin 7. haftasında Sunderland ile deplasmanda karşılaştı ve zor da olsa 2-1'lik skorla galip ayrılmayı başardı. Takımın iki golünü atan ise pek tanınmadık bir isimdi..


Maça ilk 11'de başlayan Adnan Januzaj, David Moyes'un kötü oynayan takımda yaptığı bir rotasyon olarak görünüyordu. İlk yarıyı 1-0 geride kapattı United, hani bizde Fatih Terim'in devre arası konuşmaları vardır ve bu genç oyuncular üzerinde daha bir etkili olur hırslandırır, İskoç David Moyes böyle bir konuşma yaptı mı bilinmez ama devrenin başında sarı kart gören Januzaj bir şeyler yapacağını hissettiriyordu. 55. dakikada attığı golle beraberliği sağlamakla kalmadı takımı silkeledi, 6 dakika sonra da galibiyeti getirecek golü Sunderland ağlarına bıraktı. Maçın sonunda ortalama bir futbol seyircisi olan herkes aynı şeyi soruyordu; Kim bu çocuk?

1995 Belçika doğumlu olan Adnan Januzaj'ın annesi Kosovalı bir Müslüman, oyuncunun bir başka özelliği de Manchester United formasıyla gol atan ilk Müslüman futbolcu olması. 2011 yılına kadar doğduğu ülkenin takımı olan Anderlecht'de forma giyen Adnan United'ın scout ekibi tarafından keşfedilmiş ve Sir Alex Ferguson'ın özellikle istemesi sonucu takıma dahil edilmiştir. Reserve takımla geçirdiği günlerin ardından kendisini Manchester'a getiren Ferguson değil, kendisinin varisi olarak seçtiği David Moyes onu yaz kampına götürdü ve Wigan ile oynan Community Shield maçıyla beraber kırmızılı formayla tanıştırdı.


Herkesin büyük bir beklenti içinde olduğu oyuncudan kimileri yeni Ronaldo,Giggs hatta bazı sözlüklerde mevki olarak hiç alakaları olmasa da yeni Scholes olarak bahsediyor. Kimin yenisi olacağı henüz çok belli değil ama kumaş, oyun zekası ve raket gibi sol ayağıyla iyi bir kanat oyuncusu olacağı şüphesiz. Evrilmesi biraz da alacağı süreler ve menajerin yükleyeceği görevle aynı doğrultuda olacaktır. Fakat bu gün bir kez daha gördük ki Alex Ferguson boşuna ''Sir'' değil.

Adnan Januzaj ülkemiz basınında da geçtiğimiz aylarda yer bulmuştu. Henüz bir milli takım seçmemiş oyuncunun ailesinden gelen bağlar sebebiyle Kosova'yı seçme ihtimali bulunuyordu ancak Kosova henüz tanınmamış bir ülke hüviyetinde olduğundan orayı seçmesi imkansız, Kosova ile olan bağlarından dolayı Arnavutluk devreye girdi, pasaportunu taşıdığı Belçika yetkilileri zaten isteklerini saklamıyorlar. Ancak bu arada sürpriz bir ülke Türkiye devreye girdi, basında Fatih Terim'in Adnan Januzaj milli takımda görmek istediğine dair çokca haber yer aldı. Bugünden sonra ise ülkelerin daha da büyük bir hevesle bastıracakları kuşkusuz bir gerçek haline geldi.

4 Ekim 2013 Cuma

Mancini'yi Bekleyen İlk Büyük Sorun: Ceza ve Sakatlıklar

Galatasaray'ın çiçeği burnunda teknik direktörü Roberto Mancini Şampiyonlar Ligi mücadelesinde Juventus karşısında ilk maçına çıktı. Bir çok spor insanına göre son derece akıllıca bir sistem ile Torino deplasmanından bir puan çıkarmayı başardı. Ancak sorunlar henüz baş göstermemişti.


Ani bir şekilde Fatih Terim ile yolların ayrılmasından sonra Galatasaray'da antrenörlüğe apar topar getirilen, en azından yönetim cephesinden bu şekilde beyanatlar verilirken Roberto Mancini, Süper Ligde Akhisar deplasmanı ile lig kariyerine başlangıç yapacak. Şampiyonlar Liginden gelen 1 puan takımda moralleri yükseltti, ancak Mancini'nin düşünmesi gereken daha önemli bir şey var; ceza ve sakatlıklar.

Takım rotasyonunun son derece dar olduğu çok açık, Melo ve Selçuk İnan cezalı, Hamit Altıntop ve Semih Kaya ise sakatlıkları nedeniyle forma giyemeyecek durumdalar. 6+0+4 kuralı sebebiyle zaten kurulmakta zorlanan takımın nasıl bir ilk 11 ile sahaya çıkacağı merak konusu. Takımda şu an Muslera, Chedjou, Hakan Balta, Drogba, Sneijder ve Bruma'nın yeri garanti. Sakat Semih'in yerine Juve maçında başarılı bir performans çizen Gökhan Zan oynayacaktır. Juventus maçındakine benzer bir dizilişle bu maça çıkmak hem yabancı sorunsalı, hem de eksikler göz önüne alındığında çok doğru bir hamle değil bence yapılması gereken. Fatih Terim'in oturtmaya çalıştığı 4-4-2 yani baklava sistemiyle oynayabilecek bir takım oluşturmak olur. Ki o da şöyle;

Haber ile ilgili metin girin!.

Uzun zamandır kenarda oturan ve sezon başındaki hazırlık maçlarında başarılı bir görüntü çizen Ceyhun defansif orta saha görevinde öne çıkan ilk aday, muhtemelen Engin'in oynayacağı pozisyonda bence hiç haketmediği şekilde yıllardır kenarda oturan Yekta Kurtuluş hem hücumda, hem de savunmada çok daha büyük katkılar sağlayabilir. Fatih Terim onu hiç tercih etmedi, ancak Mancini belki bunu düşünebilir. Eboue-Sabri değişikliği ile Riera'da bu sisteme dahil edilebilir. Mancini basın toplantılarında da belirttiği üzere en azından Süper Lig maçlarında Fatih Terim'in sistemini yürütecektir. Galatasaray'ı kolay bir mücadele beklemiyor ancak ligde takımın kaybetmeye pek tahammülü kalmadı.

Blog Önerileri-1

Kaliteli şarkıları bir araya toplamak, bunu son derece başarılı bir şekilde dinleyiciye sunabilmek normal şartlarda zor olan bir durum ancak ''kasetçinin dükkanı'' bunu o kadar sade ve şık olarak yapıyor ki. Bu denli kolay mı acaba diyorsunuz.

Farklı türlerde müziğe olan ihtiyacınızı, daha önce dinlemediğiniz gözden kaçan şarkıları da bulabileceğiniz, sıkı bir müzik blogu olarak göze çarpıyor.

Şuradan dinleyebilirsiniz: http://kasetcinindukkani.blogspot.com/

2 Ekim 2013 Çarşamba

Süperstar: Mesut Özil

Yazının başlığının isim babası dün Arsenal-Napoli maçının anlatımını yapan sevgili Murat Kosova'dır, Mesut  golünü attıktan sonra ağzından dökülen ilk kelimeler de bunlar oldu. Oldukça haklı olduğunu bu Türk kökenli Alman vatandaşı genç adam hepimize gösterdi. Maçta olan 2 golün birini atıp diğerinin asistini yaptı.


Real Madrid Gareth Bale için hücum sisteminde yer açabilmek amacıyla Mesut'u Arsenal'e gönderdi. Herkes bunun yanlış olduğunun farkındaydı ama Real'in şimdiki haline hatanın ne denli büyük olduğu çok daha net, gol pozisyonu yaratma konusunda oldukça zorlanan bir takım ortaya çıkıyor. Galatasaray maçında 6 gol attı o ne olacak diyenler muhakkak çıkacaktır ancak o maçın 2. golden sonra kopup gittiğini göz ardı edemeyiz.

Real cephesinde böyle sorunlar yaşanırken, Londra'nın kuzeyinde bir Fransız için her şey istediği gibi gidiyor. Bahsettiğimiz kişi Arsene Wenger tabi ki. Transferin son gününde yaptığı Mesut transferiyle takımın bütün çehresini nasıl değiştirdiği alınan sonuçlardan ve oynanan futboldan ortaya çıkıyor.

Takımın pas kanallarını ve hücum gücünü yukarı çeken oyuncu sayısı bana göre bir elin parmaklarını geçmez, ''lanetli'' olarak görünen Ramsey'in bir anda Frank Lampard'a dönüşüp golleri tek tek sıralamasında, hareketli ancak Premier Lig için yetersiz denilen Olivier Giroud'nun hem gol sayısını yükselten hem de oyuna konsantrasyonunu artıran, ileri çıkmaya korkar hale gelmiş Gibbs-Sagna ikilisinin sürekli bindirmeler yapmasını sağlayan adam oldu Mesut Özil. Elbette tek başına yapmadı ama o oynadıkça takımdaki oyunculara moral aşılandı ve oynama hevesi geldi. Durdurulması oldukça zor bir takım çıkıverdi meydana.


Carlo Ancelotti pişman mıdır bilinmez ancak(ki bence fena haldedir), Arsenal'in efsanevi 2003-04 kadrosunun( Henry,Pires,Vieira vs.) galibiyet rekorunu(10 maç) dün egale etti ve hafta sonu alacağı bir galibiyetle silip atabilir. Mesut Özil böyle oynamaya ve oynatmaya devam ettiği sürece bu genç takımı durdurmak gittikçe zorlaşacaktır.

7 Eylül 2013 Cumartesi

2020 İstanbul-BrigdeTogether

2020 olimpiyatlarını hangi ülkenin gerçekleştireceğinin verileceği karar birkaç saat sonra açıklanmış olacak. Aday 3 kent İstanbul, Madrid ve Tokyo oldukça uzun bir süredir çekişme içerisindeler. Her şehrin, her ülkenin kendine has problemleri var ve bu ufak tefek pürüzler kazananın belirli olmasındaki en büyük etmenler olacak gibi duruyor.

Sosyal mecralarda çok açık bir biçimde bazı vatandaşlarımızın sadece hükümet karşıtlığından ötürü olimpiyat oyunlarını desteklemedikleri görülüyor. Evet şu an ki hükümetin gerek Gezi Parkı gerekse şu günlerde devam etmekte olan Odtü'de ki çatışmalarda gösterdiği tutum takdir edilesi şekilde değil, Suriye'den tutun da Mısır olaylarına kadar eleştirilecek çok fazla konu olduğuna birçokları hem fikir olacaktır. Ancak anlamamız gereken temel konunun şu olduğunu düşünüyorum; olimpiyatlar yarın yapılmayacak 7 senelik bir zaman dilimi var, şu an ki hükümetin kalıp kalmayacağını bilmiyoruz, kalsa dahi sadece hükümete oy veren insanların katılabileceği oyunlar olmayacaktır. Bu memleketin bütün insanlarının yerinde izleyebilecekleri en büyük organizasyondur.

Çeşitli yanlışlar yapılmış ve yapılmaktadır. Ancak asıl olanın burada particilikten çok ülkenin kazanacağı, bu halkın bir sonraki neslinin gerçekten spor aşkıyla büyüyeceği, ülkedeki tek popüler sporun futbol olmaktan çıkacağı ve sokaktaki çocukların yüzme, atletizm, okçuluk gibi sporlara da heves edebilmesine imkan sağlayacaktır.
                       
Olimpiyat sloganımızda bütün dünyaya bahsettiğimiz durumu gelin kendi içimizde yapalım ve aramızdaki köprüleri tekrar kuralım.

23 Ağustos 2013 Cuma

Sonsuza Dek Efsane: Raúl

Raúl Gonzalez Blanco, 90'lı yılların ikinci yarısından 2000'lerin sonuna kadar Avrupa futbolunun her zaman en iyi 5 forvetinden biri olmuş Real Madrid takımında efsane haline gelmiş futbolcu. Madrid şehrinin gittikçe gölgede kalan takımı Atletico'da keşfedilen Raúl'un eflatun beyazlı takıma geçmesi sadece 2 yıl sürecektir.

1994 yılında Real Madrid formasıyla profesyonel olarak futbol oynamaya başladı, forvet dediğimize bakmayın orta saha olarak başladığı bu uzun kariyerinde sol çizgide de yetenekleri sergileme fırsatı bulmuştur. Ancak Raúl diyince akla gelen o klas golleri sıralayabilmesi için kaleye olabildiğince yakın olması gerektiğinin farkına bir süre sonra antrenörleri de varacak ve değişilmez oyuncu haline gelecektir. Real forması ile La Liga'da attığı 296 gol ona bu alandaki en golcü futbolcu ünvanına sahip olma fırsatını verdi. Bu goller Raul'a Real Madrid kariyeri boyunca 6 adet La Liga Şampiyonluğu görme imkanı sağladı.

3 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu yaşayan Raúl bu mücadele attığı 66 gol ile Gerd Müller'e ait olan rekora da ortak olmayı başardı. Gerd Müller gibi bir efsane ile modern futbol çağında eşit sayıda gol sayısına ulaşmak bile Raúl efsanesini anlatmak için yeterli olacaktır.



Avrupa'nın en büyük ve en iyi oyuncularını toplayan kulüpten kimler geldi geçti, ama gelen bütün teknik direktörlerin tahtaya yazdığı ilk isim hep o oldu. Bizim futbolumuzda da örneklerine rastladığımız bayrak futbolcu kalıbına tamamı ile uygundu. 20009-2010 sezonunda Jose Mourinho'nun takımın başına geçmesiyle efsanesi olduğu takımdan ayrılma ve başka ülke topraklarında da sanatını sergilemesi gerektiğini düşünen Raúl Schalke'ye transfer olur.


 
2 sezon boyunca Alman futbol severlerin gözlerindeki pası ayağındaki klas ile temizleyen oyuncu, takımının Almanya Kupası ve Almanya Süper Kupası'nı kazanmasında büyük rol oynar. 2 yıl süren Almanya macerasından sonra futbollarını geliştirebilmek için kariyerinin sonuna yaklaşan başarılı oyuncuları ülkelerine getiren Katar'ın Al-Sadd takımına transfer olan Raúl, ülkesinden uzakta sanatını icra etmeye devam etmektedir.

Sadece saha içinde değil saha dışında da karakterli bir insan olduğunu ortaya koymuştur efsane futbolcu, kendisini keşfedip Real Madrid kapılarını açan Jorge Valdano'ya olan gönül borcunu ilk oğluna ismini vererek gidermiştir. Kendisine örnek aldığı bir başka efsane futbolcu Hugo Sanchez'e olan hayranlığı nedeniyle de ikinci oğluna Hugo ismini vermiştir. Ayrıca her attığı golden sonra yüzüğünü öpmesi eşine duyduğu sevgiyi gösterme biçimi olarak dikkat çekmektedir.



Dün Real Madrid'in geciken teşekkürü edebilmek amacıyla düzenlediği maçta bile attığı golle Raúl'un bize anlatmaya çalıştığı şey: form geçici, klas kalıcıdır.


30 Temmuz 2013 Salı

TOP 10 İĞRENÇ HALI SAHA KARAKTERİ




















Hollanda'da halı saha denen fasilite pek yok. Ya salon kiralayıp parkeler üzerinde koşturuyorsun ya da çim saha kiralıyorsun ki bu ikincisi biraz daha tuzlu ama elbette halı sahaya göre daha tercih edilesi. Zaten bizdeki halı saha kültürünün yerine burada akademi kültürü hakim biliyorsunuz. Bizde, ortaokulda aralarında para toplayıp maça giden çocukların yetenekli olanlarının tümü zaten bir kulübün akademisinde ya da futbol okulunda. Halkın geri kalanı da top tepmek yerine yüzmeyi, bisikleti, yürümeyi, koşmayı, fitness salonunu tercih ettiğinden belki de bizdeki halı sahada 2 hava topuna çıkmış olan her adamın "Frank Rijkaard arkadaşlarını da alsın gitsin" veya "Bu Cana geçen sene Premier Lig'de nasıl 40 maç oynamış abi" şeklinde çıkış yapmasına pek rastlanmıyor. "Ben futbolla pek ilgilenmiyorum o yüzden yorum yapacak kapasitede değilim" veya "ben izliyorum ama o kadar analize dikkat etmiyorum, sırf zevk için bakıyorum, vardır hocanın bir bildiği" diyen uzaylılar da var ülkede. Kahvede okey taşı dizerken yan gözle maç izledi diye La Masia'da Xavi ve Iniesta'yı A takıma yetiştirmiş havasına giren adamlarla dolu bir ülkeden çıktığımdan uzaylı gibi geliyor elbet. Neyse ne diyordum halı saha. Ömrüm boyunca İstanbul'un ve Ankara'nın binbir çeşit halı sahasında top koşturdum, sabah 8'den gece 2'ye kadar olan her türlü zaman aralığında. Dolayısıyla binbir çeşit adam da gördüm. Aşağıda bu adamların en ünlü 10 tanesini sıralayayım dedim.

1-Dankek magma adam: Ömrüm boyunca girdiğim her yeni ortamdan çıkan halı saha maçında bu adama rastladım. İş yerini ele alalım. İş yerinde bir halı saha maçı teklifi ortaya atılır. O teklif ortaya atıldığından itibaren, halı saha maçı için sahaya çıkılana kadar bu adam hafta boyu futboldaki üstün yeteneklerinden, geçmişinde destan yazdığı maçlardan, maçta rakip kaleciyi afedersin nasıl deleceğinden, Galatasaray altyapısına torpili olmadığı yüzünden alınmadığından bahseder. Maç öncesi sahaya herkesten önce çıkar, ısınma koşusu yapar, herkes kaleye şut çekip hevesini alırken o açma germe hareketleri ile "bakın ben kendimi maça saklıyorum, aslında süper adamım" imajını verir. "Lan Hamdi o kıllar ne hehehe gel şurda iki topa vur lan" diyenlerle muhattap olmaz. Maç öncesi "beyler kısa pas, uzun top yok, ayağa kısa pas" gibi takıma felsefe aşılar. Maç başlar, top buna atılır, bizimki topa basıp düşer. Faul bekler, sonraki pozisyona topu kontrol edemez, şut pozisyonunda ıska geçer, İlyas Salman gibi saha ortasında kalır. Zaten geri kalan zamanda topa 4 kere değer. Maç sonrası duşa girer, parfüm sıkar ve bir daha şirkette futbol konuşulan her ortamdan kaçmak üzere evine koyulur.

2-Dayı: Halı saha maç dakikası 59. Halı sahanın bekçisi, yani maçı bitirecek olan "dayı" (ki bu asla abi, amca, birader, hocam olmaz mutlaka "dayı" olur) yavaş yavaş oturduğu yerden kalkar, zili çalmak için makinenin olduğu yere doğru yola koyulur. Dayının göründüğü andan itibaren mağlup olan takım rakip kaleye yüklenmeye başlar. O sırada mağlup takımın kalecisi "dayı çalma ya çalma" şeklinde yalvarırken, galip takım "dayı bitir bitir" diye çirkefleşir. Derken o milyonları yıkan zil sesi gelir, dayı maçı bitirir. Sahaya girer, varsa 2 takımı birbirinden ayıran yelekleri toplar, içeri götürür. Bu dayıların mümkünse 60 yaş üstü olması, kep takması şarttır. Pek farkedilmez ama halı saha dayısı bu alemde milyonlarca gencin hayallerini yıkmıştır. Birçok yağız delikanlı sevgilisinden ayrılırken yaşadığı yıkımın 10 katını dayıyı köşeden çıkıp gelirken yaşamıştır....Dayı bize lazımdır...

3-Nişadır adam: Eskiler anlatır, atlar hızlı koşsun diye arka taraflarına nişadır tozu sürerler böylece o yanma ve kaşınma hissinden kuduran at saatte 100 kilometreyi zorlarmış. İşte dayının çaldığı zille beraber yarattığı etki bazı gençlerde aynı etkiyi yapar. Bu gençler daha bir önceki maçın bitişinde saha kapısının önünde beklemeye başlar. Son 2 dakika kalmışken sahaya girer ve kenarda beklerler. O sırada o kanata yakın top süren adamlar, bu saha kenarındaki gençle karışırlar. Dayı uzaktan çıktığında bu genç daha bir hareketlenir. Zil çaldığında ise, koşar adımlarla 2 takımın sahada bıraktığı veya yenilen takımın bir oyuncusunun sinirle rakip kaleye vurduğu topu alır. Sektire sektire rakip kaleye gider, boş kaleye abanır. Arkasından koşarak gelen arkadaşı bunun ayağından topu kapar, diğer tüm oyuncular sahaya yürüyerek girerken bu ikili saha içinde birbirinden topu kapmak için olabildiğince şebeklik yaparlar. Kovalamaca birinin diğerini yere yatırması ve müsabakanın güreşe dönmesiyle son bulur.

4-Trip adamı: Her mahalle maçında, 3 pozisyon üstüste pas alamadığı için kenara çıkan adamlar vardır bilirsiniz. İşte bu adamlar eli para görünce halı sahaya transfer olurlar. Genelde rota bellidir. Maç başlar, ikinci devrenin ortalarına doğru bu arkadaş, ya takımından memnun olmadığından, ya pas alamadığından ya da rakip takımın sertliğinden sahadan çıkar gider, maç devam ederken "lan Salih gel lan nereye" diye bağıranlara aldırış etmez. Maç devam ederken o içeride giyinir, maç bittiğinde sahadakiler güle oynaya gelirken bu soyunma odasının kapısında bana "ya Salih niye çıktın yaaa" diye sorulmasını bekler ama kimse bu adamı sallamayınca daha da bozulur. Çaresiz eve dönen tayfanın peşine takılır yine. Gelecek hafta hikaye tekrarlanır. Bu adamlar maalesef atsan atılmaz, satsan satılmaz arkadaş takımındandır. Bir de tribi iyice abartıp "ben eve tek gidicem, ben Kadıköy'den gidicem abi" diye sınırları zorlayan ve dayak isteyenler de mevcuttur.

5-Hagi kaleye baktı: Maçın 40-45. dakikalarıdır. Takımının birkaç golünü atmış, bakıldığında ayakları kadar çenesi de çalışan forveti yenilen 4 farktan dolayı sıkılmıştır, zaten pas da alamamakta, doğru dürüst çalım basamamaktadır. Sonunda maçtan umudunu keser, takımının yediği ve farkı kapatılmaz noktaya getiren golden sonra santraya gelir, santra yapılır, topu ayağına alır ve santradan "sokayım böyle maça" tavrıyla kaleye vurur. Uluslararası Futbol İstatistikçileri Birliği'nin yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'de bugüne kadar oynanan 64.985.875 halı saha maçında bu şekilde çekilen şutlardan hiçbirisi gol olmamış,hatta bunlardan 12 tanesi dışında hiçbirisi kaleyi tutmamıştır. Kaleyi tutan 12 tanesi de kalecinin kucağında erimiştir. Bu vuruşun ardından şutu çeken arkasını dönüp kendi sahasına yürür ve arkadaşlarına "var mı lan vurdum işte" bakışı atar. O sırada takımın diğer kafa adamlarından "ya Erhan ibnelik yapma aq" şeklinde bir serzeniş yükselir. Akabinde kavga başlar.

6-Şemsi bu adam neyin nesi: Halı saha maçlarının tümünde, aynen trip adamı ve dankek magma adam olduğu gibi bir de şık gol atmak için maç boyunca çabalayan adamlar vardır. Bunları maç içinde izleyen, kenarda Ferguson'la Wenger oyuncu seçiyor sanır. Ayak içiyle uzak köşe doksanına bırakma çabaları, topuk pasları, kaleciyi aşırtarak gol atma çabaları, barajın yanından falsolu gol atma mücadelesi, 2 kişi yanından bacak arası çalımıyla geçme denemesi gibi envayi çeşit cambazlığa girişirler. Halbuki bunlara gerek yoktur zira attığı çalım, yaptığı bacak arası, uzak köşeye vurduğu top Puyol'a, Vidic'e, Lucio'ya karşı değil, Mehmet'e, Necmettin'e, Berk'e karşı yapılmıştır. Dolayısıyla pek bir işe yaramaz. Zaten o hareketler sırasında bileğini döndürmüş, sakatlanmış insan sayısı da bir hayli fazladır. Özelikle ayak içiyle uzak köşe fetişizmi Türk gencinin bir türlü aşamadığı bir problemdir. Zaten küçük olan halı saha kalelerinde, gerçekleşmesi imkansız olan bu hareket niye bin kere denenir anlamam. Halbuki ayı gibi aban ne uğraşıyosun şurada saatine 20 kağıt veriyosun....

7-Son dakika golü: Bu son dakika golü maçta atılan değil maç öncesi atılan. Hani maçtan 15 dakika önce arayıp "ya beyler ben gelemiyorum annem hasta (sanki doktor eşşoğlusu annesine bir yararı dokunacak)", "ya ben gelemiyorum başım ağrıyor", "beyler kusura bakmayın ya bizim hatunun kuzeninin yaşgünü varmış da yerime adam bulun" (sanki kuzeninin yaş günü tarihte ilk gün kutlanıyor, lan yeni mi haberin oldu) diyen afedersiniz denyolar var ya. İşte onlar. Bu arkadaşların bir başka versiyonu, halı saha maçlarından affını isteyen arkadaş çevresi elemanlarıdır. Pezevenk sanki Ryan Giggs milli takımdan affını istiyor. Ulan halı saha maçında neyin affı !!Bunların bahaneleri de komiktir. "Beyler sınav var 2 gün sonra gelemem", sanki elemanı kaçırıp depoya kitleyeceğiz 3 gün. Ne yapalım yahu sınav varsa, gel maçını yap ondan sonra hangi sınava gidersen git. Bütün bu durumlarda organizatör telefona sarılır ve bir alt maddedeki elemanlar aranır.

8-Ole Gunnar Solkjaer: Bugüne kadar sayısız halı saha maçına çıktım. Bunların içinde hayatımda bir daha görmeyeceğim adını bile bilmediğim maça son anda dahil olmuş bir sürü adamla aynı takımda yer almışımdır. Halı saha takımlarının kaderidir eksik kalmak. Yukarıdaki adamların son dakika ibneliği ardından telefonlara sarılınır ve nedense her daim ulaşılabilen, halı sahaya yakın oturan, 24 saat halı saha ayakkabısı ve eşofmanla mı oturduğunu merak ettiğim bazı adamlar sahaya çağırılır. 15 dakika içinde eleman saha içinde yardırmaktadır. Nereden gelir, maç sonu nereye gider, kim tanır, ne yer ne içer hiç anlamamışımdır. Ama tek bildiğim her daim hazır ve nazırdır. Görevini yapar ve maç sonunda sadece "beyler sağolun, iyi akşamlar" diyerek karanlık sokaklara karışır. Bir sonraki eksik adam hadisesine kadar görülmez. Bu adamlar da bulunamadığında başvurulan en rezil yol, saha kenarına izlemeye gelen adamın kot pantolon, mont ve makosenlerle kaleye geçirilmesidir. Bu eleman maçın sonlarına doğru mutlaka top ayağındayken kaleden çalımlayarak açılır, kaptırır ve golü kalesinde görür.

9-Footballer's Wife: İşte bir başka yıkılmaz halı saha geleneği. Saha içinde top koşturan yağız delikanlılardan bir veya birkaçının saha kenarında maçı izleyen sevgilisi. Bir kere bu hadiseyi kafadan acaip bulurum. Erkeklerin saha kenarına kız arkadaş getirme sebebi elbette sahadaki kıllı 15 tane adamı izlettirmek değil, şahsi şovuyla kızı etkilemektir. Zaten "sevgilim ne güzel oynuyor ya" diye övünecek kızla veya hoşlandığı çocuğu futbol oynamasından beğenen kızla benim işim olmaz da (kötü oynadığımdan değil, iş ona kalsa Doutzen Kroes'la Adriana Lima saç saça kavga eder benim için ya o ayrı mesele, yanlış olmasın şşşşş) bu refakatçiliğin bir diğer yan etkisi saha içindeki adamın ekstra bir motivasyonla oynaması ve hatta asabileşmesidir. Zira kendisini madara eden birisi olursa ona takar, kendisine sert girilirse kavga çıkarır, kenara "ben yiğit delikanlıyım" mesajı verir. O sırada kenardan "Erkan yapma, Erkan Erkan diyorum..baksana bana.....Erkaaaaaaaaaaan" şeklinde haykırışlar gelir (sondaki Erkaaaaaan kavganın yumruklaşmaya dönüştüğü andır). Maç biter, kız çıkış kapısına gelir, Erkan'a çıkışır, cevap nettir...."Kızım karışma sen, görmüyo musun bacağın halini".....

10-Kasa: Ve geldik listenin sonundaki adama. Yine onca yıllık halı saha kariyerimde bir kere bile paraları toplayan adam olmadığımı bildirerek bu maddeye başlayayım. Bu adam genelde aynı zamanda sahayı alan, kaporayı yatıran, sahanın sahibin veya dayıyı tanıyan adamdır. Bunlarda maç sonrası sevinç veya üzüntü denen bir duygu yoktur zira varsa yoksa dertleri, saha parasını denkleştirip teslim etmektir. Maç kazanılırsa birkaç sevinç gösterisinden sonraki ilk sessizlikte, "beyler adam başı 20 kağıttan yavaştan toplayalım" diyerek sevincin içine sıçar...Mağlup olunan takımdaysa, o sinirle dayak yememek için, topluca seslenmek yerine tek tek şahıslara giderek "sen verdin mi, sen verdin mi?" diye sorar. Para çıkmadığında, dolmuş şöförü edasıyla "beyler vermeyen var mı?" şeklinde çırpınır. Elindeki paraları sayar. Zaten durumu vahimdir, bir de bazı elemanların "benimkini Hakkı vericek" şeklindeki paslamaları sebebiyle iyice abondone olur. Ekseriyetle paranın tutmaması sonucu cebinden minimum 10 kağıt daha koyar...Şunca yıldır halıda destan yazıyorum, daha şu işe bir kere bulaşmış değilim....


Yazının sahibi FlyingDutchman'i kutlarım.

http://vliegendenederlander.blogspot.com/2010/08/top-10-igrenc-hali-saha-karakteri.html

26 Mayıs 2013 Pazar

30 Yıl Arayla Bir Rosberg Zaferi Daha


Sezonun 6. Yarışı olan Monaco Grand Prix’i F1 tarihinde birçok anıyı barındıran ve F1 sevenler açısından fantastik olarak tarif edilebilecek bir pist. İyi bir sıralama turunun ardından, yarış boyu yapılan başarılı bir savunma orta veya arka sıralardaki pilotların dahi kazanma şansına sahip olmasına neden oluyor. Bütün pilotların yarışmak ve kazanmak isteyeceği bir pist olan Monaco, efsane olmuş pilotlara hep ev sahipliği yapmıştır. Proust, Senna, Schumacher gibi...

Cumartesi günü gerçekleşen sıralama turlarında ilk iki sırayı alan Mercedes takımı, Rosberg’i önde tutup arkadan gelen Hamilton’ın, Vettel ve Webber’e siper olması ile birlikte Rosberg’in liderliğini koruma niyetindeydiler. Red Bull cephesi kazanmak için stratejiler arıyor. Bütün takımların aklındaki soru ise lastikleri yarışın sonuna kadar nasıl saklayacaklarıydı.

 

Formasyon turunda Marussia pilotu Bianchi’nin çileli hafta sonu devam ediyordu, sıralama turlarında zaman dahi üretemeyen pilotun otomobili tekrar sorun çıkarıyor ve araç takım elemanları tarafından pit yoluna taşınıyordu. Startın verilmesiyle birlikte Mercedes planını işletme konusunda adımlarını atıyor. Vettel buna karşı ilk birkaç turda hamleler yapsa da başarılı olamadı. İlk turda Maldonado ve van der Garde’nin karıştığı küçük çaplı kaza dışında çok fazla bir atraksiyon olmuyordu. Takım telsizlerinden sürekli olarak pilotlara önlerindeki araçla aralarına birkaç saniye koymaları gerektiği direktif olarak veriliyordu. Çok çabuk aşınan Pirelli lastikleri, yakın takip sonucunda kaybedilen downforce ile beraber aşınma seviyesi daha da artıyor ve tek pit-stop stratejisi izleyen pilotların yarışın son bölümünde zorlanmalarını neden oluyordu.

İlk 20 tur sonucunda yarış dışı kalan tek pilot Charles Pic olurken, Mclaren’de Button ve Perez arasında Bahreynde başlayan kapışma, Monaco’da etkilerini sürdürüyordu ve Button takıma Perez’i şikayet ederken ‘’üstüme kırmaktan artık vazgeçmeli’’ diyordu. 22. Turun ardından takımlar pilotlara derecelerini 0.4 ile 0.6 arasında artırmaları gerektiğini iletiyorlardı. Bu pit-stopların geleceğinin habercisiydi.

İlk pit-stoplar öncesinde sıralama: Rosberg-Hamilton-Vettel-Webber-Raikkonen-Alonso-Button-Perez-Sutil-Verne.
   
Ön bölümde ilk pite 26. turda Webber girerken, 27. turda da Räikkönen pite giriyordu. Räikkönen  pitten Webber’in ardında dönüyordu. 29. turda pite giren Alonso ön sıradaki tüm pilotlar gibi daha sert hamurlu olan lastiği tercih ediyor ve Räikkönen’in çok az farkla ardında dönüyordu. 30. turda Massa St.Devote’da sıralama turlarında yaptığı kazanın bir benzerini gerçekleştirerek bariyerlere arabasını bırakıyordu. Vettel 31. turda pite girdiği anda, güvenlik aracı yarışa dahil olarak kontrolü ele alıyordu. Bütün planların değiştiği bu anda Rosberg ve  Hamilton pite giriyorlar, pit dönüşü Hamilton iki Red Bull pilotunun arkasına düşüyordu.
Güvenlik aracının piste girmesiyle oluşan sıralama: Rosberg-Vettel-Webber-Hamilton-Raikkonen-Alonso-Button-Perez-Sutil-Verne.

7 tur güvenlik aracı önderliğinde geçen mücadele 38. tur itibariyle yeniden başlıyordu.  Hamilton önündeki Webber’e cılız atak denemeleri yapıyordu. Alonso’da Raikkonen’i sıkıştırıyordu ve hata yapması için şampiyon rakibini zorluyordu. 40. turun sonunda La Rascas’da Hamilton Webber’in içine kadar girerek geçmek için bir şans yakalıyor ama sonuca ulaşamıyordu. 41. turda Drs tekrar aktif hale geliyordu.  42. turda Perez-Button mücadelesinde tünel çıkışında Sergio Perez muazzam bir geç fren hamlesiyle lastiklerini bloke ederek kendisinden hayli tecrübeli takım arkadaşını geçiyordu. Perez agresif ataklarına devam ediyor ve aynı yerde, tünel çıkışında bu kez Alonso’yu gözüne kestiriyor, Alonso  şikanı keserek de olsa yerini koruyordu.

46. turda Maldonado ve Chilton’ın yarattığı kazanın ardından yarış askıya alınıyor ve bütün pilotlar otomobillerini start finiş düzlüğüne çekiyorlardı. Tabac virajında gerçekleşen kazanın ardında Maldonado’nun Williams’ı ön bölümü paramparça oluyor ve o bölümdeki bariyerlerin tamamını da parçalıyordu. 47. turda kurallar gereği yarış askıya alındığında bütün mekanikerlerin araçlara müdahale hakları doğuyor ve takımlar araçların memnun olmadıklarını ayarlarını, aşınan lastiklerini değiştirebiliyorlardı.

Yaklaşık yarım saat sonra yarış yeniden güvenlik aracı kontrolünde başlarken, 43. turda şikanı keserek Perez’in kendisini geçmesine engel olan Alonso, güvenlik aracı kontrolündeyken Perez’e yerini teslim ediyordu. Maldonado’nun yarış dışı kalmasına sebep olan Chilton’a pitten geçmesi cezası veriliyordu.
Yarışın üçte birlik bölümü geçilirken, Loews’de Button’ın tekrar kapıyı açık unutması neticesinde Force India pilotu Sutil, şairane bir atak yaparak bir sıra yükseliyordu. 53. Turda tünel çıkışında Perez yarış boyu yaptığı agresif ataklara bir yenisini ekliyor, Raikkonen’in önüne geçmek için hamle yapıyordu, iki pilotta şikanı keserek ve yerlerini koruyarak, yarışa devam ediyorlardı. 57.turda Loews’de Adrian Sutil Button’a yaptığı atağın bir benzerini başka bir şampiyon pilot, Alonso’ya yapıyor ve 7.sıraya tırmanıyordu.

58. Tur sonunda sıralama: Rosberg-Vettel-Webber-Hamilton-Raikkonen-Perez-Sutil-Alonso-Button-Verne.

Bianchi’nin çileli Monaco hafta sonu 60. turda St.Devote’da Massa’nın da kaza yaptığı yerde aracını bariyerlerle buluşturarak son buluyordu. 63. turda Lotus pilotu Grosjean’ın tünelin hemen çıkışında Toro Rosso’dan Ricciardo’ya arkadan çarpması sonucu rakibini yarış dışı bırakıyor ve kendi ön kanadını kırıyordu. Bu kazanın ardında güvenlik aracı bir kez daha yarışa dahil oluyordu. Grosjean’da kanadını değiştirip bir tur daha attıktan sonra aracını pite çekiyordu.

66.turun sonunda güvenlik aracı liderliği tekrar Nico Rosberg’e bırakıp pite geri dönüyordu. 69.turda gün boyu birçok geçiş yapan Perez tekrar Raikkonen’e atak yapıyor ve kendi kanadını kırıyor, Raikkonen’in de lastiğini patlatıyor ve 1 tur sonra Lotus pilotunun pite girmesine neden oluyordu. Perez pite girmeyerek kırık ön kanat ile mücadeleye devam ediyor, bu durum arkasındaki bütün pilotların yavaşlamasına neden oluyordu, bu durumu fırsata çeviren Button, Alonso’yu geçerek bir basamak daha yükseliyordu.

72. tur sonunda sıralama: Rosberg-Vettel-Webber-Hamilton-Perez-Sutil-Button-Alonso-Verne-Di Resta.

74.turda yarış boyu olayların baş aktörü olan pilot Perez aracının daha fazla dayanamaması sonucu yarışa veda ediyor, ardındaki bütün pilotlar bir sıra daha yükseliyordu . Son 5 tur boyunca yarışa dair gerçekleşen tek olay Sebastian Vettel’in en hızlı tur zamanını ele geçirmesi oluyordu.

Doğup büyüdüğü yer olan Monaco’da Rosberg birinciliği elde ediyordu. Babası Keke Rosberg’in (1983) de kazandığı bu pistte kariyerinin ikinci galibiyetini elde eden Nico, takımı adına sezonun ilk birinciliğini alıyordu. Yarış boyu istikrarlı çizgisini hiç bozmadan, güvenlik aracının kendisine sağladığı lastik avantajını da kullanarak galibiyet kupasını evine götürüyordu.
F1 takviminin en egzotik yarışı olan Monaco, adına yakışır bir yarışa sahne oldu, kazalar, ustalık gerektiren geçişler, güvenlik aracı ve kırmızı bayraklar eşliğinde sona eriyor. Yarışın galibi Nico Rosberg olsa da yaptığı ataklarla gözlerimizin pasını silen Force India pilotu Adrian Sutil de övgüyü ve takdiri hak ediyordu. Vettel pilotlar şampiyonasında liderliğini perçinlerken, gözler bir sonraki yarış olan Kanada’ya çevriliyor.

FORMULA 1 GRAND PRIX DE MONACO 2013
Provisional Results

Pos
No
Driver
Team
Laps
Time/Retired
Pts
1
9
78
Winner
25
2
1
78
+3.8 secs
18
3
2
78
+6.3 secs
15
4
10
78
+13.8 secs
12
5
15
78
+21.4 secs
10
6
5
78
+23.1 secs
8
7
3
78
+26.7 secs
6
8
18
78
+27.2 secs
4
9
14
78
+27.6 secs
2
10
7
78
+36.5 secs
1
11
11
78
+42.5 secs
12
17
78
+42.6 secs
13
12
78
+43.2 secs
14
23
78
+49.8 secs
15
21
78
+62.5 secs
16
6
72
+6 Laps
Ret
8
63
+15 Laps
Ret
19
61
+17 Laps
Ret
22
58
+20 Laps
Ret
16
44
+34 Laps
Ret
4
28
+50 Laps
Ret
20
7
+71 Laps